Üşümek...

Doksan beş’in Şubat’ının saflığında, kar durmaksızın yağarken, evin içi sıcacık, pencere önünde/kalorifer kenarında bir sandalyede, soluksuz kitap okurken gözlerim… Deniz soluk maviydi, kar taneleri erirdi, sarı sokak lambası ışığında uçuşurlardı, uçuşuyordu kar taneleri, ruhum, düşlerim, sözlerim…
Bu gece ise, İkibin On’un Kasım’ının kıyısında, anlamsızca koskoca beton yığınının kalbinde gizli saklı bir yerde, rüzgarın sonu gelmez uğultusunu televizyondan gelen anlamsız seslerle karıştığını, anın yitip gittiğini, ardına bile bakmadığını, söyleyecek sözümü de, aklımı da toplayamıyorum… Akıp giden zamanla, bulutlarla ve yağmurla, geceyle ve hatta yıldızlarla konuşamıyorum, dilimi unuttum, sözcüklerimi düşürdüm, bulamayacak kadar karanlıktayım…
Salyangoz sabrına bürünüp karanlık bir pelerin gibi omuzlarımda; tesadüflere, işaretlere, harflerin gizemine bırakıp hayatı, yüreğimden geçen yere bir başıma gitmek, orada, karanlık pelerinimi düşürüp omuzlarımdan sessizce üşümek istiyorum…

Yorumlar