İstanbul... Yıldızlı Gece... Cesaria... Sodade... Perşembe...

Şehr-i Istanbul… Düş şehrim… Sihirli şehir…


Boğaziçi’nin iki yanında gizli… Bir Perşembe…

Şimdi, yaşayacağım apartmanın giriş kapılarının birinde Monet’nin Nilüferler’i, diğerinde Van Gogh’un Yıldızlı Gecesi var. Tesadüf mü? İşaret mi? Düş mü? Kimbilir?


Ve evimin duvarında o fotoğraf olacak… Çıplak ayaklı Kontes…

O fotoğraf ki, altyazısı ilk yazılandı…

İstanbul… Cesaria… Fotoğraf… Evora… Kontes, yakınız bir sigara… Söyleyiniz dumanlı sesinizle… Sodade… Sodade… Sodade…

Dünya umrunda değil biliyorum, seni kaç kişinin dinlediği, nerede olduğun, saatin kaç olduğu... Çünkü, sen de bilenlerdensin, bir nefes dumanda kayıp gittiğini hayatın ve zamanın...



Uzaklara bakıyorsun, aklında başka yerler var, geçmiş değil, yaşanmış var gözlerinin önünde, ve sen çıplak ayaklarınla hiçbir mevsim üşümüyorsun... Ve hiçbir ağustos güneşi sesin kadar yakmıyor, biliyorsun...


Siyah beyaz bir resimde bile görünüyor rengarenk giysilerin, rengarenk sesin ve birazdan bir yudum su içeceksin, gözlerin aynı uzaklarda kalacak, gözlerini kapatsan da anlaşılacak...


Belki, yıllar yıllar önce, bir bar köşesinde, keyfekeder mırıldandığın şarkılar vardı... Belki, kimsecikler duymasın isterdin, belki yine böyle bakardın, böyle derin... Yine üşümezdin hiçbir mevsim ve bir nefes dumanda kayıp gitti hayat ve zaman...


Sen yine mırıldan, söylemesen de mırıldan... Uzaklara bak, uzaklara dön, uzaklardan söyle, geçmişten söyle şarkılarını...


Dünya umrunda değil, biliyorum...


Yorumlar