Düş Ertesi Güncesi...

Güneş hiç saklanmadı bulut ardına. Geceleri loş ve ahşap masalarda, gerçeklikten uzak, sözün kutsal bilindiği yerlerde, bazen yarı-sarhoş, bazen –anlamsızca- ayık; ama hep derin, yoğun, keskin… Yaşadık.

Buna “düş” dedik.

Kana karışan alkol, uykusuzluk, uykuyu unutmuşluk, beklemek, sabrın ta kendisine dönüşmek. “Demlenmek” –ki bu zamanla ilgili bir söz-. Zamanın kıskacını atlatmak Haliç kıyısında karanlık bir ara sokakta. Gökyüzü ne kadar büyük fotoğraflarda? Fotoğraflarımızda?

Önce duman vardı. Sonra sis. Acıyı yüreğinin en keskin virajında uçuruma sürüp sonlandırabilir mi bir adam? Kaç sarhoşluk gerek daha?

Buna “düş” dedik.

Anlatacağım bu değil. Düş’ün ertesi. Düşüş’ün ertesi. Varolmayan bir yerde geçen her hikaye gibi sözcüklerle kutsanmış bir varoluş güncesi…

“Bizim sevdamız da öyledir, iyi şiirler gibi/Biraz da herkes içindir.” E. Cansever

Vapurlar vardı, beyazdı vapurlar sisin ardında yalnızca beyazdılar. Biz vardık. Boğaziçi’nde ışıklı bir akıntı vardı. Sohbet vardı, kadeh vardı, rakı vardı. Gökyüzü kararıyor, oyunbaz bulutlar rol çalıyordu ayışığından, dalıp gidiyordu gözlerimiz bazen. Akla gelmez sözcükler yinelenip duruyordu akıllarda. Küfretmek güzeldi, beyazdı küfürler sisin ardında yalnızca beyazdılar.


İstanbul. Bu şehrin her köşesine sinmiş zamanı soluduk. Kahve kokusu, deniz kıyısı, rakı keyfi vardı daima yanıbaşımızda. Gölgeler konuşurdu dinledik. Boş bir kadeh gibi bekledik zamanın gelmesini. O zaman ki, gelmekten vazgeçtiğini söylemişti durmuş bir saatin akrebinin zehriyle…


Düş ertesi yazdık.

Kaygıları sigara dumanı gibi dağıtmak vardı nefesimizle. İçimize işlemiş hüznün mavisini hapsetmek vardı avuç içlerimizde. Her sözcük yeni bir gün doğuşunu anlatıyordu bazen. Her sözcükte değişiyordu Boğaziçi’nin rengi. Zor sorular sordu kader, kahve fincanında fal, avuç içinde çizgi. Karanlıkta gölge, ışıkta gözbebeği büyüdü-olmaz diyen yoktu çünkü- oldu.

Günce yazdık.

Şimdi bakınca fotoğrafların canlandığını, fotoğraftakilerin –hala- konuştuğunu göremeyenlerin gözlerine inmiş perdeyi aralamak için kutsal sözcükler bulduk.

“Senin bahar esintin var…”


Yedi fil yola koyuldu. Yedi günde yazdık satırları, sonra dinlendik. Sonra demlendik. Sonra başkalaştı gökyüzü. Sonra benzeştik. Bir şarkının sözlerini dövmeledik gözyüzüne. Sonra söyledik:

“Je ne veux pas travailler/ Je ne veux pas déjeuner/ Je veux seulement l’oublier/ Et puis je fume…”

Fume… Çünkü duman, bir sigara paketinin üzerinde danseden bir çingene kadındı. Çünkü duman, aldığımız nefesin içinde aşk sözcüklerini saklayan geceydi. Çünkü duman ayışığını saklayan bulut, yüzümüzü gizleyen gölgeydi. Duman düş’tü…

İstanbul’da duman aşk’tı…

Yorumlar

  1. yaa süpersiniz benle de istanbulda rakı keyfi yapın lütfen!

    YanıtlaSil

Yorum Gönder